Boyner Holding Yönetim Kurulu Başkanı Cem Boyner, ekonomiyi değerlendirdi: Daha güzel günler için bir miktar acı çekmek mecburiyet
Boyner Grup CEO’su Cem Boyner Oksijen Gazetesi’nden Elif Ergu’ya verdiği röportajda ekonomik değerlendirmeler yaptı:
Türkiye, dünyanın en benzersiz ülkelerinden biri. 100 yıllık bir cumhuriyetiz. Arada ara dönemler olsa da neredeyse 75 yıldır çok partili bir demokrasiye sahibiz. Bunlar az şeyler değil. Hukukun üstünlüğü bizim olmazsa olmazımız. Neredeyse 200 yıldır “anayasacılık” meselesiyle uğraşıyoruz. 3. Selim ve 2. Mahmud döneminin birikimleri bizi Tanzimat’a taşıdı. Sonrası meşrutiyetler ve cumhuriyet. Bu büyük ve görkemli yolculuğun temel amacı demokrasiyi büyütmek. Bu da laikliğe sadakatle bağlı kalarak, hukukun üstünlüğünü ön koşul kılarak Anayasa’nın pusulasından şaşmamakla mümkün olur. Yüksek hukuk kurumlarımız arasındaki anlaşmazlıklar elbette üzücü… Kurumların tek bir amaç için, bu ülkenin aydınlık yarınları için hareket etmesini diliyorum ben de her aklıselim vatandaş gibi. Yanıtım, elbette toparlayacağız.
“ASLANLAR GİBİ BAŞARABİLİRİZ”
Dileklerim ve hayallerim bununla da sınırlı değil. Geçmiş Türkiye’sinin kalıplarından arınmış, sorunun değil çözümün parçası olan bir Türkiye hayal ediyorum. İlişkileri söküp atan değil, olanı kuvvetlendiren, yenisini koyan, iş birlikleri geliştiren bir Türkiye, yapılanların üzerine koyarak bu yeni yılda bir sıçrama yapacak Türkiye.
Güzel bir hayal…
Uzak değil bu hayalim. Dünyanın en büyük sorunlarında Türkiye olarak sözümüzün bir kıymeti olduğunu görüyoruz. Ukrayna-Rusya savaşında tahıl koridoru anlaşması İstanbul’da imzalandı. Bizim hariciyemiz dünyanın en köklü kurumlarından. Diplomasi kaslarımız hep güçlüydü, Rusya-Ukrayna savaşındaki pozisyonumuzu Filistin-İsrail savaşında da gösterebiliriz. Çünkü biz bölgemizin en etkili “yumuşak gücü”yüz. Post Covid tedarik zincirinde 4 yeni şampiyon ülke var. “Connectors” deniyor bunlara. Meksika, Fas, Endonezya ve Vietnam. Hangi arada sıyrılıverdi bunlar? Dahası neden bunların arasında değiliz? Dünyadaki sermaye, üretim ve ticaret bu dört ülkeye yağıyor şu anda. Türkiye’yi biraz yerinden kıpırdatsak bütün bu işler bize kayacak. Avrupa Komisyonu’nun yayınladığı son genişleme raporu hepimizi üzdü, evet bu bir gerçek ama çok da değil, bundan sadece 10 yıl önce dünyanın gıpta ettiği, her cümlede adı kıskanılarak geçen bir ülkeydik…
Doğrudan yabancı sermaye girişinin arttığı, istihdam yaratan, teknoloji getiren bir yere gitmişti Türkiye. 2008’e kadar da devam etti bu. Türkiye, dünyada çok güçlenmişti.
O ortamdan uzaklaşmadık mı?
O dönemin tılsımı AB ile ilişkilerin iyi olmasındaydı. Türkiye karşıtlarına, düşmanlarına, rakiplerine rağmen; “Demokratik hukuk devleti olarak, düşünce özgürlüğü olarak ve ekonomi yönetimi olarak, bağımsız düzenleyici kurullarıyla, Merkez Bankası başta olmak üzere kendi içinde güçlenen bir Türkiye, dünyada güçlü olur” formülünün testiydi o dönem. O test yapıldı ve sınavdan geçildi. Ne zaman ki Türkiye bu konularda geri gitmeye başladı; ibre Türkiye’nin rakiplerinin veya az sayıda da olsa azılı lobilerin lehine döndü. Dolayısıyla “Nasıl toparlanacağız” sorusunun yanıtı denendi ve görüldü, tekrar neden olmasın?
Ekonomik belirsizlikler, dış siyasetteki gerginlikler… Çıkış yolu için ne yapmalıyız, pusulayı ne yöne çevirmek lazım?
“GELECEĞE ATILIM YAPMAK ZORUNDAYIZ”
Avrupa Dış İlişkiler Konseyi ve Oxford Üniversitesi’nin birlikte 21 ülkede yaptığı ortak ankete göre geleceğe en karanlık bakan insanlar bizde; yüzde 50’mizden fazlası Avrupa ülkelerinde yaşamak istiyor. İnsan hakları standartlarında Batı’yı istiyorlar. Orta Doğu coğrafyasının çoğunluğu bile Batı’yı istiyor. Bulunduğumuz girdaptan ters takla atarak çıkmalıyız. Doğu’ya ve geçmişe değil, Batı’ya ve geleceğe doğru hemen yön kırmalıyız. Muhafaza edecek kadar çok şeyi olan zenginler muhafazakar olur. Bizim toplum olarak böyle muhafaza edilecek bir zenginliğimiz yok. Geleceğe atılım yapmak zorundayız. Yıllarca önce bir Orta Doğulu yatırımcı adayı ile sohbet ederken Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girme şansını sormuştu. “Sizi neden ilgilendiriyor bu?’” diye sorduğumda, “Kendimize benzeyen ülkelere yatırım yapmak isteseydik zaten öyle yapardık, biz Batı’nın hukuk ve sosyal düzenine eklemlenecek bir ülkeye yatırım yapmak istiyoruz” demişti… Daha önce de başarmıştık. Gene aslanlar gibi başarabiliriz.
DEMİREL’LE SOHBETİ
Türkiye’ye güveniyorum. Siyaset yaptığım dönem, ki yaklaşık 30 sene önceden bahsediyoruz, rahmetli Demirel ile bir gün baş başa sohbet ederken, elini elimin üzerine koydu. “Halk beni göreve getirirse nasıl altından kalkacağım, bu ülkeyi nasıl yöneteceğim dediğin, korktuğun, ürperdiğin oluyor mu hiç?” diye sordu. Sonra benim cevap vermemi beklemeden, “Bak Cem benim iktidarlarım boyunca her yıl yüzde 6-7 kalkındık ama şunu bil ki aldığımız her 10 kararın 9’u yanlış, biri doğru idi. Ülkelerin dinamizmi vatandaştan, sanayiciden, esnaftan gelir. Zor iştir devlet yönetimi, sürekli yanlış kararlar verirsin. Ben bir doğru kararla bunu yapabildim. Eğer 9 yanlış değil de 8 yanlış yapsaydık, bugün İtalya veya İspanya olmuştuk. 7 yanlış ile Güney Kore, 10 kararda 6 yanlış yapsaydık Almanya yapardık Türkiye’yi” dedi. Bu anekdotu neden anlattım, çünkü hükümetlerin politikaları değişir, öncelikleri değişir, bir gün yaptıklarını öbür gün bozabilirler. Bu ülkenin insanlarının enerjisine, heyecanına ve hayallerine bakmamız lazım… Bir aralar ‘onurlu yalnızlık’ diye içi boş bir siyaset düsturumuz vardı. Oysa biliyoruz ki, iç siyaset onurlu, tutarlı, kucaklayıcı, kapsayıcı ve cesaretlendirici olmalı. Dış siyaset ise neredeyse sadece, tamamen çıkar temelli olmak zorunda… Dünya böyle dönüyor.
Son yıllarda dış siyasetimizde arada bir gördüğümüz ulusal çıkar temelli rasyonelleşme, bölgenin çıkarlarını öne alan tercihler bana çok cesaret veriyor. Bir gerçek ki, hala yalnızız dünyada, tek başımızayız. Türkiye’nin iki önemli kopyalanamaz gücünden biri insan sermayesi ise diğeri de coğrafyası. Coğrafyamızın gücünü doğru yönetip o olağanüstü insan hazinemizi doğru yönlendirebilirsek, Türkiye’yi kimse tutamaz. Benim hep umudum var, ülkeme inanıyor ve güveniyorum.
“İŞİMİZ SOKAK VE MÜŞTERİ…”
Bu konjonktürde, yüksek enflasyon, alım gücünün düşmesi sizin işlerinizi nasıl etkiliyor?
İşini sürekli dönüştürerek büyütürsen genelde iyi gider işler. Daha çok yumurta üretmek değil yumurtadan kek, pasta, omlet yaparsak, dönüştürerek büyütürsek en küçük işlerin bile ülke ekonomisine katkısı dalga dalga büyür. Benim işim, hepimizin işine bağlı. Hepimiz büyük bir makinenin küçük parçalarıyız. Görevimizi eksiksiz yapmamız beklenir. Devlet, özel sektör olarak ayırmadan hatta sendikaları ve sivil toplum kuruluşlarını da işin içine katarak söylüyorum, kurumları güçlendirmek ve kurumsal kapasitemizi arttırmak durumundayız. Dünyayı ıskalayamayız. Hız şu anda dünyanın en önemli para birimidir. Hızlanmamız gerek, son dönem teknolojik gelişmeleri bırakın yakından takip etmeyi, içine girmemiz gerek.
Türkiye’nin yabancı sermaye girişine ihtiyacı var. Son dönemde Bakan Mehmet Şimşek bunun için çabalıyor ancak beklenildiği gibi olmadı. Türkiye bu yolu nasıl açacak?
Yabancı sermayenin uzun vadeli gelmesi çok önemli. Kısa vadeli sermaye her ülkeye gidiyor. Yargı kurumlarına inanç olduğu zaman, yargı kurallarına güven arttığı zaman yabancı sermaye uzun vadeli gelebilir. Türkiye’nin küresel rekabet gücü var. Bugün Körfez sermayesi Orta Asya, Asya, Latin Amerika, Afrika; bütün bu ülkeler Türkiye’ye böyle bakıyor zaten. Türkiye’ye daha fazla iltifat etmeleri için, dış politika, kültürel ilişkiler ve yatırımlarda bu denklemi tekrar toparlamamız gerek. Demokrasi, kültürel ilişkiler, ekonomik iklimden, kadın haklarına, özgürlüklere ve eğitime kadar; gelecek vaat eden bir eğitim politikası… Yatırımcı buna da bakıyor.
Yaklaşık 5 ay sonra bir seçim daha var. Seçime yönelik politikaların uygulanması sürpriz olmaz. Yine dalgalanma, hesap yapmakta zorluk gibi sürprizler bekliyor musunuz?
Bu coğrafyada hesap kitabı bir Kuzey Avrupa ülkesi mantığıyla yapmak imkânsız. Özellikle bizim sektörde hiçbir şey aynı kalmıyor. Böyle bir dönüşüm içinde karlılık ve finansal yönetim elbette önemli; ancak yeterli değil. Öngörülebilirlik her şeydir… Boyner Grup olarak son dönemde önemli bir şey başardık. Finansal borçluluğumuz artık sıfıra yakın. Grubumuzun kârlılığı, enflasyonun da ötesinde büyüdü. 1 milyar dolar ciro seviyesine çıkarttık işlerimizi. Boyner Now aydan aya büyümede ortalama yüzde 24’ü yakaladı. Online satışlar, pandemiden sonra toplamda yüzde 392 artarak, payımızı 2023 yılı toplamında yüzde 25 oranına getirdi. 15 milyonu aşan müşteriyle pazar payımızı artırarak hızlı ve kârlı bir şekilde büyümeye devam ediyoruz. Doğru yoldayız, işimizi de çok iyi yapıyoruz. Seçime gelince, herhalde dünyada seçimlerin olası ekonomik etkilerini bu kadar önceliklendiren ikinci bir ülke yoktur. Bu da aslında 100 yıllık cumhuriyetimizde hâlâ demokrasinin tam olarak işleyemediği parçalar olduğunu gösteriyor. Seçime 4 ay gibi bir zaman varken ve hele de bu bir yerel seçimken; olası ekonomik etkileri konuşmamızı üzücü buluyorum. Keşke bunun yerine ekonomideki diğer gelişmeleri, şehirlerimizin sorunlarını ve hatta şehirlerimizde çağdaş yaşamı konuşsak. Ekonominin durgunluğundan çekindiğimiz için 2024 ile ilgili siparişlerimizi yüzde 25 düşürdük. Ama bunun yüzde 20’sini tekrar artırabiliriz. Kararlarımızı geri dönülebilen kararlarla kısıtlarsak Türkiye’nin enflasyondan çıkma yolculuğu ve bu coğrafyada olabilecek sürprizleri kolay göğüsleriz.
Size göre 2024’teki en büyük tehdit ve en büyük fırsatlar nelerdir? Hem perakende sektörü hem de Türkiye ekonomisi açısından…
Maliyet enflasyonu ile şişen maliyetleri baskılamak zorundayız. Nasıl becereceğimizi hala tartışıyoruz aramızda. Operasyon giderlerini boğdukça boğuyoruz, süreçleri sakatlamadan, müşterimizin değer vermeyeceği her masrafı tıraş ediyoruz. Birbirimize yıllardır tutunduğumuz hiçbir üreticimizin elini bırakmadan yola devam ediyoruz. Sonuçta enflasyona ezilmeden, kimseyi de ezdirmeden, GSMH artışının birkaç misli net büyümeyi başarmak için kilitlendik. Günü gününe emprovize edeceğiz. Yıllardır birbirini tutmayan kararlardan bankalar da reel sektör de yoruldu. Şu sıralar başlayan rasyonelleşmenin kalıcı olmasını umuyoruz. AVM’lerden iplik üreticilerimize, kargo şirketlerine, overlokçulara kadar devasa bir endüstri var ve birbirimize sahip çıkacağız.
“DEVRİMCİ DÖNEMLER DEVRİM ZAMANIDIR, YAMA ZAMANI DEĞİL”
Dünyada 2024 zor bir yıl olarak, kritik bir yıl olarak görülüyor. Sizi dünyadaki hangi gelişmeler, beklentiler düşündürüyor?
Hollanda seçimlerinden birinci çıkan partinin lideri göçmen karşıtı, çok kültürlülüğe uzak. Ondan hemen önce yine aşırı sağı benimseyen bir ekonomist-televizyon yorumcusu Arjantin Cumhurbaşkanı oldu. En büyük soru işareti tabii ki ABD’de. Kasımda seçimler yapılacak ve beklenmeyen bir gelişme olmazsa Trump ve Biden yeniden kapışacak gibi görünüyor. The Economist dergisi gelecek yılı değerlendiren özel sayısında Trump’ı “2024’te dünyayı bekleyen en büyük tehlike” olarak gösterdi. Başkanlığı döneminde sürekli Çin’i “stratejik düşman” olarak kodlayan Trump’la yeni bir dönem ABD-Çin ilişkilerini de ticaret savaşlarını da sertleştirecektir. Aşırı korumacılık ve ticaret savaşları, aşırı milliyetçilik ve kökten dinci tercihler tam önümüzdeki tehditler.
“MEHMET ŞİMŞEK’İN DİREKSİYONA GEÇMESİYLE İYİ İŞLERİN SEMERESİNİ DE BİR MİKTAR ALDIK”
Şimdi bunlar daha ortada yokken bile IMF küresel büyüme tahminlerini düşürdü. 2022-2024 üç yıllık küresel büyüme ortalaması yüzde 2.1. Son yüzyıldaki ortalama büyümenin altında kalacak. Türkiye’nin bir şansı var. Mart ayındaki yerel seçimlerden sonra uzun bir seçimsiz döneme giriyoruz. Seçimlerden sonra Mehmet Şimşek’in direksiyona geçmesiyle yapılan iyi işlerin semeresini de bir miktar aldık. OECD büyüme tahminlerini yükseltti, FATF’nin gri listesinden çıkmak için tek bir adım kalmış, kripto varlıklarla ilgili yasal düzenlemenin Meclis’ten çıkması önemli görünüyor, yurt dışından fon girişi sağlama çabaları hız kesmiyor. Kontrollü ekonomik yavaşlama ile dış ticaret açığını azaltıp Merkez Bankası rezervlerini arttırarak enflasyonu düşürebilirsek ne mutlu.
“DAHA GÜZEL GÜNLER İÇİN BİR MİKTAR ACI ÇEKMEK MECBURİYET”
Daha güzel günler için bir miktar acı çekmek mecburiyet. Daron Acemoğlu ve Simon Johnson’ın kaleme aldıkları yeni kitapları “İktidar ve Teknoloji”yi henüz okuyorum. Kitapta 1942 yılında Britanya’da hükümet komisyonunun yazdığı bir raporda, “Dünya tarihindeki devrimci dönemler devrim yapma zamanıdır, yama yapma zamanı değil” ifadesi var. Bu bizim için bugün de geçerli; geç kalmamalı, ekonomideki yapısal reformları zamana bırakmamalıyız. Tabii oyun sürerken kuralları değiştirmek her şeyi boşa çıkarabilir. Buna bir de yeni anayasa tartışmalarının tetiklediği iç çekişmeler iç kavgalar eklenirse geleceğe dair pozitif beklentiler flulaşır. Siyasetin yankı odalarında şekillenen yapay dünyalar bizi çıkmaza sürükleyebilir. Bu türbülansa girmeden kendi yolumuzda yürüyebilmeliyiz.
patronlardunyasi.com